Kardelen Fincanci
SANATÇI GÖRÜŞÜ // ARTIST STATEMENT
yeni adres // please visit: cargocollective.com/kardelenfincanci/
https://cargocollective.com/kardelenfincanci
Kardelen Fincancı eylemi bir sanat yöntemi ya da sanatı bir eylem yöntemi olarak kullanmaktadır. İşlerini hayal gücünün izin verdiği oranda, hiçbir disiplini ayırt etmeden, bazen disiplinlerarası bazen de tek bir disiplinle üretmektedir. Bütün derdi herkesin görebileceği ama görmeyi tercih etmediği gerçekleri insanlara bir şekilde göstermektir. Bu nedenle galerisi ve sahnesi sokaklardır. İşlerini, üretimleri el verdiği sürece sokakta sergilemeyi tercih eder. Çünkü sokak hiç kimsenindir ve herkesindir. Sokak yalnızca bir an için orada bulunan insanlara ait olur ve insanlar orayı terkettiğinde bağlamından kopar. Fakat yeni bir insanla yeni bir aidiyet kazanır. Yani sokak kollektiftir. https://cargocollective.com/kardelenfincanci
___________________________________________
Kardelen Fincancı uses the action as an art method or uses the art as an action method. She produces her art works by never differentiating any discipline from other, and she produces them sometimes in an interdisciplinary way and sometimes with only one discipline, according to her imagination. Her only aim is to show the facts to the people that they have never awared or decided not to aware. That is why her gallery and her stage is the street. She presents her works at the street as much as her art works let. Because the street belongs to noone and also the street belongs to everyone. Only for a minute the street builds a relation with the people who were passing by and when the people are gone, the street loses its context. But after a while with a new person it builds a new relation again. That is to say, the street is collective.
___________________________________________
Kardelen Fincancı uses the action as an art method or uses the art as an action method. She produces her art works by never differentiating any discipline from other, and she produces them sometimes in an interdisciplinary way and sometimes with only one discipline, according to her imagination. Her only aim is to show the facts to the people that they have never awared or decided not to aware. That is why her gallery and her stage is the street. She presents her works at the street as much as her art works let. Because the street belongs to noone and also the street belongs to everyone. Only for a minute the street builds a relation with the people who were passing by and when the people are gone, the street loses its context. But after a while with a new person it builds a new relation again. That is to say, the street is collective.
13 Ocak 2020 Pazartesi
12 Temmuz 2013 Cuma
25 Ocak 2011 Salı
Halk Plajı // Public Pool
Halk İçin Halka Rağmen!
Fırat Arapoğlu
Jakobenizmin bu sloganı, hangi nedenlerden dolayı bir güncel sanat sergisinin başlığı olarak seçilir? Bu, belirli noktalardan açıklanabilir ve özünde Fransız Devrimi sürecinde ortaya çıkan bu sloganın, aslında Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan süreçte, bu coğrafyanın siyasal ve kültürel tarihinde yaşananları özetleyebileceği gösterilebilir. Tabii ki, sanat edimini de bundan bağımsız bir olgu olarak düşünmeden.
Bakunin’e atfedilen bir söz var: “En ateşli devrimciyi alın, ona mutlak iktidar verin, bir yıl içinde Çar'dan daha beter olur”. Bu bireysel iktidar saplantısını gösteren basit bir tespit değil; aksine Bakuninci bir diyalektiği de içerisinde barındırıyor: “Tepe tabanı belirlemez, aksine tepeyi taban belirler”. “Halk için Halka Rağmen!” düsturundaki iktidar aşkıysa, olguların ve olayların tarihin yasalarına bağlı olduğu gerçeğini görmezden gelmekte ve üst tabakadan halka doğru dayatılan devrimleri ifade etmektedir. Bu gerçeklik Türkiye Cumhuriyeti için de fazlasıyla geçerli; Tanzimat Fermanı’ndan Milli Demokratik Devrim ve inkılaplarına kadar rahatlıkla gözlemlenebilir ve ancak son dönemlerde sıklıkla tartışmaların merkezinde bu tepe - taban karşıtlığı yer alabilmeye başladı. Görünen o ki, henüz arzu edilen seviyede olmasa da, halkın devrimini mi yoksa devrimin halkını mı tartıştığımızı bilme noktasına geldik.
Devlet, halk tarafından başta benimsenmese de, çeşitli devrimleri zorla kabul ettirme yolunu seçmekte ve kendisini her koşulda haklı görmektedir. Bunun nedeniyse, halkını her zaman bilgisiz ve eğitimsiz olarak kodlamasıdır. Zaten eğer yaratmak istediği yapı oluşmazsa, bunu halkın cehaletine bağlayacak ve halkını suçlayacaktır. Belki de bu bağlamda yapılması gereken, geçmişin bazı referans noktalarına geri dönerek “toplum” ve “devlet” kavramlarının tekrar tanımlamasını yapma girişiminde bulunmak. Sahi, “devlet” nedir? Biz mi devlete muhtacız yoksa devlet mi bize? Peki ya “toplum” nedir? Bir gereklilik mi? Biz bu ikili karşıtlıkla hangi dereceye kadar ilgilenmek zorundayız?
Şu bir gerçek ki, devletin bireysel özgürlüklerin eksikliğinden devşirdiği “kutsal özü”, bireyin yaratıcılığının kısıtlanmasının nedeni. Bu kısıtlamaların yöntemleriyse gayet açık: Din ve milliyetçilik üzerinden geliştirilen normlar, bireyin devlet tarafından/üzerinden baskıya uğraması ve elbette bireylerin devletin “zorunlu askerleri” olarak görülmesi. Tüm bunların ışığında devlet halkını nasıl kodlamaktadır? Peki, kendi amaçlarına bağlı olarak bireyin yaratıcılığını kendisine bağlayan aynı devletin, serbest bırakıyormuş gibi göründüğü etkinlikleri serbest pazar ekonomisinde bir çeşni yaratabildiği oranda özgür bırakmasını nasıl yorumlamak gerekiyor? Daha sonra kendi içerisinde şiddet kullanarak ehlileştirdiği bu “eylemler” içerisinde, sanatın evcilleştirilmiş ürünleri ne kadar yer kaplıyor?
Halk İçin Halka Rağmen! düsturundan hareket eden bir yöntem, halkını aptal yerine koymaktadır. Bugüne değin, tepeden inme, merkezci ve totaliter bir yöntem ve dayatmalarla çözümler üretilmeye çalışılmıştır. Halbuki daha çoğulcu, emek süreçlerini daha kapsayıcı ve coğrafi adaletsizlikleri giderici yöntemler her zaman bulunabilir, hele hele çağımızda bir devlet bu yolları bulmak da zorunda.” Bunlar yapılmadıkça, toplum ve devlet kavramlarına yüklenen “aşkın” anlamlar yapı-çözüme uğratılmaya devam edecek.
Sanat bu tartışmaların neresinde konumlandırılabilir? Sanat, bu konulara dair ne gibi stratejilerle katkıda bulunabilir? Bu noktada, birey olarak sanatçıların alacağı konum oldukça önemli görünüyor, zira etik rolleri insanlığın bilincini görünür kılmalarından gelmekte. Sanatı bir zevk ve prestij alanı olarak kodlayan ve onu bir tür neşeli bohemler kulübü olarak görerek, gittikçe artan piyasa taleplerini karşılamak adına sanat pompalamaya devam edenlerle bu konulara girmekse olası değil.
Yakın geleceğin sanatına dair can alıcı bir dönemeçteyiz ki, sanat, önünde beliren iki seçenekten birisini seçmek zorunda: Ya varolan bu dinamikler ve tartışmalar üzerinden bir eylem felsefesi geliştirecek ve yoluna koyacak ya da dönemin duyarlı(!) bir tanığı olarak geleceğin “yoz” sanat tarihinin sayfalarını süsleyecek.
Fotoğraflar: Gülcan Sarugan // Photographed by Gülcan Sarugan
Fırat Arapoğlu
Jakobenizmin bu sloganı, hangi nedenlerden dolayı bir güncel sanat sergisinin başlığı olarak seçilir? Bu, belirli noktalardan açıklanabilir ve özünde Fransız Devrimi sürecinde ortaya çıkan bu sloganın, aslında Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan süreçte, bu coğrafyanın siyasal ve kültürel tarihinde yaşananları özetleyebileceği gösterilebilir. Tabii ki, sanat edimini de bundan bağımsız bir olgu olarak düşünmeden.
Bakunin’e atfedilen bir söz var: “En ateşli devrimciyi alın, ona mutlak iktidar verin, bir yıl içinde Çar'dan daha beter olur”. Bu bireysel iktidar saplantısını gösteren basit bir tespit değil; aksine Bakuninci bir diyalektiği de içerisinde barındırıyor: “Tepe tabanı belirlemez, aksine tepeyi taban belirler”. “Halk için Halka Rağmen!” düsturundaki iktidar aşkıysa, olguların ve olayların tarihin yasalarına bağlı olduğu gerçeğini görmezden gelmekte ve üst tabakadan halka doğru dayatılan devrimleri ifade etmektedir. Bu gerçeklik Türkiye Cumhuriyeti için de fazlasıyla geçerli; Tanzimat Fermanı’ndan Milli Demokratik Devrim ve inkılaplarına kadar rahatlıkla gözlemlenebilir ve ancak son dönemlerde sıklıkla tartışmaların merkezinde bu tepe - taban karşıtlığı yer alabilmeye başladı. Görünen o ki, henüz arzu edilen seviyede olmasa da, halkın devrimini mi yoksa devrimin halkını mı tartıştığımızı bilme noktasına geldik.
Devlet, halk tarafından başta benimsenmese de, çeşitli devrimleri zorla kabul ettirme yolunu seçmekte ve kendisini her koşulda haklı görmektedir. Bunun nedeniyse, halkını her zaman bilgisiz ve eğitimsiz olarak kodlamasıdır. Zaten eğer yaratmak istediği yapı oluşmazsa, bunu halkın cehaletine bağlayacak ve halkını suçlayacaktır. Belki de bu bağlamda yapılması gereken, geçmişin bazı referans noktalarına geri dönerek “toplum” ve “devlet” kavramlarının tekrar tanımlamasını yapma girişiminde bulunmak. Sahi, “devlet” nedir? Biz mi devlete muhtacız yoksa devlet mi bize? Peki ya “toplum” nedir? Bir gereklilik mi? Biz bu ikili karşıtlıkla hangi dereceye kadar ilgilenmek zorundayız?
Şu bir gerçek ki, devletin bireysel özgürlüklerin eksikliğinden devşirdiği “kutsal özü”, bireyin yaratıcılığının kısıtlanmasının nedeni. Bu kısıtlamaların yöntemleriyse gayet açık: Din ve milliyetçilik üzerinden geliştirilen normlar, bireyin devlet tarafından/üzerinden baskıya uğraması ve elbette bireylerin devletin “zorunlu askerleri” olarak görülmesi. Tüm bunların ışığında devlet halkını nasıl kodlamaktadır? Peki, kendi amaçlarına bağlı olarak bireyin yaratıcılığını kendisine bağlayan aynı devletin, serbest bırakıyormuş gibi göründüğü etkinlikleri serbest pazar ekonomisinde bir çeşni yaratabildiği oranda özgür bırakmasını nasıl yorumlamak gerekiyor? Daha sonra kendi içerisinde şiddet kullanarak ehlileştirdiği bu “eylemler” içerisinde, sanatın evcilleştirilmiş ürünleri ne kadar yer kaplıyor?
Halk İçin Halka Rağmen! düsturundan hareket eden bir yöntem, halkını aptal yerine koymaktadır. Bugüne değin, tepeden inme, merkezci ve totaliter bir yöntem ve dayatmalarla çözümler üretilmeye çalışılmıştır. Halbuki daha çoğulcu, emek süreçlerini daha kapsayıcı ve coğrafi adaletsizlikleri giderici yöntemler her zaman bulunabilir, hele hele çağımızda bir devlet bu yolları bulmak da zorunda.” Bunlar yapılmadıkça, toplum ve devlet kavramlarına yüklenen “aşkın” anlamlar yapı-çözüme uğratılmaya devam edecek.
Sanat bu tartışmaların neresinde konumlandırılabilir? Sanat, bu konulara dair ne gibi stratejilerle katkıda bulunabilir? Bu noktada, birey olarak sanatçıların alacağı konum oldukça önemli görünüyor, zira etik rolleri insanlığın bilincini görünür kılmalarından gelmekte. Sanatı bir zevk ve prestij alanı olarak kodlayan ve onu bir tür neşeli bohemler kulübü olarak görerek, gittikçe artan piyasa taleplerini karşılamak adına sanat pompalamaya devam edenlerle bu konulara girmekse olası değil.
Yakın geleceğin sanatına dair can alıcı bir dönemeçteyiz ki, sanat, önünde beliren iki seçenekten birisini seçmek zorunda: Ya varolan bu dinamikler ve tartışmalar üzerinden bir eylem felsefesi geliştirecek ve yoluna koyacak ya da dönemin duyarlı(!) bir tanığı olarak geleceğin “yoz” sanat tarihinin sayfalarını süsleyecek.
Fotoğraflar: Gülcan Sarugan // Photographed by Gülcan Sarugan
1 Kasım 2010 Pazartesi
Bellek Tazeleme // Revival of the Memory
12 Ağustos 2010 Perşembe
Biz - Yevgeni Zamyatin'e gönderme ile // Us - With reference to Yevgeni Zamyatin
18 Mart 2010 Perşembe
Paranın Güvenilir Kaynakları // Reliable Sources of Money
Daha fazlası için lütfen http://monkeyresistance.blogspot.com/ adresini ziyaret ediniz
For more please go to http://monkeyresistance.blogspot.com/
8 Ocak 2010 Cuma
3 Ekim 2009 Cumartesi
26 Haziran 2009 Cuma
3 Mart 2009 Salı
Otoportre // Self-Portrait
20 Kasım 2008 Perşembe
18 Ekim 2008 Cumartesi
5 Haziran 2008 Perşembe
15 Mayıs 2008 Perşembe
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)